Erdoğan’ın Futbol Arkadaşı 7,5 Metrekarelik Evde Yaşam Mücadelesi Veriyor: ‘Ben Geçmişten Biriyim, O Tanımıyor Bile’
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çocukluk arkadaşı, İstanbul Beyoğlu’nda 7,5 metrekarelik konutta kızıyla birlikte yaşam mücadelesi veriyor. Yaşadığı hayata ‘Allah’a şükür’ derken ağlayan baba, Erdoğan’la aynı takımda oynadığını söylüyor. 40 yaşındaki kızın tek hayali farelerin olmadığı bir evde yaşamak…
Sözcü’den İpek Özbey’e konuşan baba-kız, fotoğraflarının çekilmesini istemiyor. İpek Özbey, ailenin yaşadığı trajediyi şöyle anlatıyor: “Hacıhüsrev’in yoksul sokaklarında kayboluyoruz. Evlerin hepsi birbirine benziyor, rezidans mı, ev benzeri yer mi desek bilemiyorum. Çatısı var, Bir kapı var ama diğerinde hiçbir şey yok. O evlerden birine giriyoruz.” Evde 76 yaşında bir baba ve 40 yaşında bir kadın var… Babada şeker ve hipertansiyon hastası, yaşa bağlı unutkanlık başlamış. 39 yaşına kadar matbaada çalışmış, o zamanlar erken emekli olmak mümkündü, hepsi bu… Sonra geçimini sağlamak için orada burada çalışmak zorunda kaldı. işi yaptı.
Kızlarından biri kanserden öldü, eşi trafik kazası geçirdi…
40 yaşındaki oyuncu şimdi kızıyla birlikte yaşıyor. O da büyük bir yangın geçirdi, evi yandı, yüzü ve tüm vücudu yandı… Yangından dolayı kolunda sakatlık var, çalışamıyor, zaten dışarı çıkmak da istemiyor. Yangın olduğunda 12 yaşındaydı, artık okumuyordu, herkes soruyordu, anlatmaktan yorulmuştu…
4 metrekarelik bir oda, 3,5 metrekarelik banyo ve mutfağın toplamıdır… Toplamda 7,5 metrekarelik bir evdir bu.
İki adet çekyat var, birinin kılıfı yıpranmış, üzerine oturunca bir tarafı kalkıyor, tabanı kırık…
Diğeri biraz daha güçlü…
Yanında iki yorgan… İki yastık açıkta… Komşular ona bir masa vermişler, üzerindeki örtüyle eskiliğini kapatmışlar…
Tuvalet ve mutfak aynı yerde…
Buzdolabında birkaç parça tavuk, biraz peynir ve yoğurt. Her şey babaya dokunuyor. Karnı görünüyor, şişmiş, yediği her şeye dokunabiliyor, alerjisi var, haşlanmış tavuk ve bazı sebzeler uygundur. Emekli maaşı ve 1500 liralık ev kirasıyla eve giren az sayıda kişi yemeğe gidiyor.
Kızı ‘Ne bulursam yerim’ diyor, bazen ekmek, bazen peynir. Çoğu zaman aç yatarlar, bazen de çayı ekmeğe batırarak yerler…
Geçenlerde caminin bahçesinde kokoreç yiyen arkadaşları ona “Yiyecek misin?” diye sormuşlar…
‘Nasıl yemek yiyebilirim?’ diyor. Arkadaşlarına söylemedi, utandı ve ‘Hayır simit yiyeceğim’ dedi. Bunu nasıl yiyebilir? Kokoreç 75 lira, simit 10 lira… Bunları anlatırken gözleri doluyor ama ‘Şuna şükür, buna şükür…’ diyor.
‘Hayalim farelerin dolaşmadığı bir ev’
Duvarın üstünde küçük bir ısıtıcı var. “Onunla mı ısınıyorsun?”Kızı anlatıyor: “Babam emekli olduğu için kömür yardımını kestiler, biz bunu bulduk, kurduk…”
Yıllardır dışarı çıkmayan 40 yaşında bir kadın düşünün. Televizyon açık, kadın programlardan birini izliyor. Muhtemelen bu programlar “Herkesin sorunları var” Çünkü bir şeyler söyletiyor, içiniz biraz serinliyor olabilir. Belki de şansına küfretmesini engelliyor… Belki de bu yüzden televizyon üst kurulları herkese ceza verirken onlara dokunmuyor. Belki de yoksulluğun, talihsizliğin, cansızlığın gazını çıkarıyordur…
Evinden çıkmayan, ayakkabısı olmayan o 40 yaşındaki kadın… Onun da hayalleri var… Soruyorum, kırık çekyatta uyuduğunu söylüyor. “Geceleri gözlerini kapattığında ne hayal ediyorsun?” dedim ve az önce ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri hafifçe gülümsedi ve şöyle dedi: ‘ ‘Benim de hayallerim var’diyor.
Lafı fazla uzatmadan anlatayım: Farelerin dolaşmadığı bir ev. Güzel bir mutfak, oturma odası, banyo, dolu bir buzdolabı ve elektrikli süpürge…
Dışarıda gözü yoktur, varsa evi yoktur. Uyuyamıyor… Kocaman fareler ona musallat oluyor, tavanı işaret ediyor, orada da çatlak var. Her yerden geliyorlar. Sürekli kontrol ettiği için uyuyamıyor, ayaklarını battaniyenin altına saklıyor, yer sopasıyla buzdolabına vurup kovalıyor… 7.5 metrekarede hayatın dibindeyiz.
Biz Türklerin alışkanlığıdır bu. Nerelisin’ Soruyoruz, sonra da “Kime oy verdin?” sorusunu asla sormamamız lazım… Tabii iş buna bağlı. Mahalledeki camiden başka yere gitmeyen iki kişilik evin babası ise ‘Tabii ki’ diyor. Tayyip’ediyor.
Neden doğal? Babam anlatıyor…
‘O benim mahalle arkadaşım. Ben ondan biraz büyüğüm. O 9 numaraydı, ben 7 numaraydım. Futbol oynardık, sonra birlikte fasulyeciye giderdik. İyi oynadı ha. Babası top oynadığımız için bana kızardı. “Çalma, İmam Hatip’e vereceğim, okuyacak” kederi. ‘Yoksulluktan okuyamadım, babamın yanında matbaada çalışıyordum.’
“Peki o kadar fakirlik çekiyorsun ki, bir gün bile olsa top arkadaşına ulaşmak istemedin mi?” Soruyorum.
Çok tuhaf, gözleri kısılıyor: ‘Ona ulaşamıyoruz, ben geçmişten gelen biriyim, belki o beni tanımaz bile’ diyor.
Kokoreç parası bile olmadığını arkadaşları bilmesin diye 7.5 metrekarede simit yiyeceğim diyen adam, büyük Başkan’ın yanına gidip ‘Yardım edin’ diyecek mi?
İpek Özbey, yazısının sonunda Yaşar Kemal’in “Kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birleşsin, yoksulluk tüm insanlığın utancıdır” sözlerini aktardı ve haberi şu sözlerle noktaladı: “Yoksulluk gerçekten ayıptır tüm insanlığın.” Bir yandan oturup milyonlarca doları cebe sokan çeteleri, tefecileri yazıyoruz, diğer yandan 7,5 metrekareye sığdırılmış kocaman bir acıyı yazıyoruz… Kim utansın artık…’